-Hubert Reeves-
İklim değişikliğinden kaçabilir miyiz?
“Kuraklık, su kıtlığı, şiddetli yangınlar, yükselen deniz seviyeleri, sel, eriyen buzullar, yıkıcı fırtınalar ve azalan biyoçeşitlilik” bu kavramlar bir yerlerden tanıdık geliyor olması lazım. Bazı gerçekler can sıkıcı olabiliyor. Ancak ilginizi çekebilmek adına, başlığın yukarısına Twitter’da paylaşabilmeniz adına bir söz bıraktım. :)
En temelden, iklimden başlayalım. Bir bölgede uzun süreçte etkin olan hava olayları ortalamasını iklim olarak tanımlarsak, bu ortalamadaki farklılık iklim değişikliği adını alır. Bölgeye ait yaşam şeklinin, tarımın, ekonominin, turizmin iklimden etkilendiğini unutmayalım. Örneğin, kışın Uludağ değil de Antalya’ya kayak yapmaya gittiğinizi düşünün, tatil yerimizi bile iklim belirliyor.
Gezegenimizin doğal tarihsel döngüsünde iklimler zaman zaman değişiyor olsa da, 1800’lü yılların ortasında özellikle Sanayi Devrimi ile beraber bu değişimler doğal olmaktan çıkarak insan kaynaklı olmaya evirilmiştir.
Başta kömür, petrol gibi fosil yakıtların yakılmasıyla oluşan gazlar olmak üzere, birçok sektör ve günlük yaşam faaliyetlerimiz sonucu ortaya çıkan gaz salınımı tıpkı bir bitki serasının örtüsü gibi dünyamız üzerinde birikerek bir örtü oluşturmakta ve serada, nasıl içeri giren Güneş ışınları orayı ısıtıyorsa, Dünyamız da öyle ısınıyor.
Günümüzde sera gazı konsantrasyonları 2 milyon yılın en yüksek seviyelerinde ve emisyonlar artmaya devam ediyor. Sonuç olarak, Dünya şimdi 1800'lerin sonunda olduğundan yaklaşık 1,1°C daha sıcak. Son on yıl kayıtlara geçen en sıcak dönemdi ve bu ortalama sıcaklık gittikçe artıyor.
Tüm üretimi durdursak bile önümüzdeki 30 yıl sıcaklıklar artmaya devam edecek.
Çoğu insan iklim değişikliğinin aslında daha yüksek sıcaklıklar anlamına geldiğini düşünüyor olabilir. Ancak sıcaklık artışı hikâyenin sadece başlangıcıdır. Dünya, her şeyin birbirine bağlı olduğu bir sistem olduğu için, bir alandaki en küçük değişiklik kelebek etkisiyle yukarıda da bahsettiğimiz alanlar gibi tüm alanları etkiliyor.
Örneğin korkunç senaryolardan biri, küçük ada ülkelerinde ve diğer gelişmekte olan ülkelerde yaşayan insanlar gibi bazılarımız iklim etkilerine karşı daha savunmasız durumdadır. Deniz seviyesinin yükselmesi ve tuzlu suyun içilebilir su kaynaklarına karışması gibi koşullar, tüm toplulukların yer değiştirmek zorunda kaldığı ve uzun süreli kuraklıkların insanları kıtlık riskine soktuğu bir noktaya getirebilir. Bunun yanı sıra tarımın olumsuz etkilenmesiyle beraber yaşanacak gıda güvenliği ve açlık sorunu kapıda bekleyen korkunç sonuçlardandır.
İşin özü iklim değişikliğinin etkilerinden kaçamayız. Yalnızca bir Dünya var ve bu sorunlarla beraber başa çıkacağız. Her ne kadar bahsetmek istemesek, sorunla yüzleşmek hoşumuza gitmese de her alanda iklim değişikliğini vurgulamak, farkındalık oluşturmak ve çözümü üzerinde çalışmak yeryüzünde yaşayan tüm insanların sorumluluğundadır. Özellikle sorunun ana kaynağının insan olduğunu düşündüğümüzde çözümü de burada aramamızın gerekliliği yanlış olmayacaktır. Bu amaç doğrultusunda, birlikte sürdürülebilirlik temalı bir blog serisi oluşturacağız. Sizi çok sıkmamak için bir sonraki blogda devam edeceğim…
Comentários